-Nam quae Mars aliis, dat tibi regna Venus-
Kuzgunların kıralı var kaftanı tarazlanmış
Gece dolaşır şehrinin sönünce ışıkları
Beş asırdan yankılanır kademi taş sokakta
Her gece bir düğüm atar şafağa bıyıkları
Belli hiçbir pencerenin aralanmayışından
Alıştıkları yahut bir yerden tanıdıkları
Belki her gün heykelinin önünden geçiyordur
Şehrin eşrafı, esnafı, gençleri, aşıkları
Gece çöktü mü mermerin nabzına yer açılır
Hepsi bu - kesildiğinde pazarcı çığlıkları
Yürür mermerin gölgesi ay karanlık gecede
Bir tekin ürperti alır varoşta çamlıkları
Sabık hisarının tenha viranesine varır
Hatırlar o hengameyi: Topu, mancınıkları
Bir yemiş tanesi için okşar tavaf ederek
Burçlarının son fatihi vahşi sarmaşıkları
Yemiş bulduğu geceler gülümser boz sureti
Çenesini mürdüm rengi boyar ısırıkları
Yitirdiği yedi rengin munis tesellisidir
Şefafetin vaftiz eder nektar damlacıkları
Duvarı delen sarmaşık diken bırakmaz onda
Ağlar yere yokmuş gibi düşünce kıymıkları
Bir uğultu peyda olur hisarın zındanından
Üşüşür kulaklarına cinlerin ıslıkları
Karnında girdap kendini izler geçmiş camından
Duyar mahzende çarmıha gerilen zındıkları
Burnuna helezon çizer buram buram pişmanlık
Cesetleri toz olmuş ya tazedir yanıkları
Çöker bir taşın üstüne saçları ellerinde
Kısık donuk gözleriyle izler şakayıkları
"Kim bilir hangi yiğidin döşünde açan çiçek?"
Anar kanla suladığı kırları, sazlıkları
Çatırdar şakaklarında dul kalan gelinlerin
Açılmadan öksüz kalmış al çeyiz sandıkları
Koşar tekinsiz vadiye gün almaz korusuna
Gelinlerin ayağına dolanır yağlıkları
Dizi üstünde yalvarır meçhulün sükutuna
Alay eder puhuların ruhsuz karşılıkları
Kuzgunlar üşer başına aldığı her can için
Kan boşanır bir kez daha yüzünün sıyrıkları
Gecenin şefaatiyle dikilir ayak üstü
Taptaze kızıl kutsanır kaftanın yırtıkları
Tekinsiz vadide gece gün almaz korusunda
Takar peşine şaşkınca dolanan sapıkları
Bir şiir okur onlara kafiyesi, redifi
Kutsal kitaba girmemiş lugatın artıkları:
"Bulut yoktur, gördüğümüz maziyi düşündükçe
Bize aynamızdan bakan yüzün kırışıkları
Yağmur yoktur, alnımıza uzanır iplik iplik
Rüzgarla döner urgana kaderin çıkrıkları
Alkım yoktur, kehkeşanın samanı döküldükçe
Sürüp toplar arabaya zamanın tırmıkları
Ay da yoktur, perilerin yüzleri iz bırakmış
Toplanmamış bir yatakta bembeyaz yastıkları
Yıldız yoktur gökyüzünde sarhoş olur tanrılar
Çalar şişeyi masaya - onlar cam kırıkları
İnsan bir avuç ıstırap,
her ölen pişman ölür
Kuzgun olup bir dinlesen gece mezarlıkları
Ahsen-i takvim ne demek! Hayal kırıklığıyız
Yaradana yaranamaz cehennem layıkları
Ben de yokum, sen de yoksun, varlığın tüm raşesi
Kabus gören tanrıçanın
hazin hıçkırıkları..."
M. Bahadırhan Dinçaslan