Sallamböke sallanıyor papağı salkımsaçak
Bir meçhulün tanrısını zikreder parmakları
Sırtında Nuh yadigarı abası yosun tutmuş
Hiçbir çarığın ufkuna sığmıyor ayakları
Yedi yerinden yol bilir yaylanın ağuşuna
Zapt eder yerli yerinde yarları, koyakları
Yakını sürgüne yollar kırağ' çalmış gözleri
Islığı dizi dibine çağırır uzakları
Obanın cümle kuzusu elinden tuz yalamış
Kopillerin ensesinde iz koymuş şaplakları
Ondan sorarlar Allah'ı, gaybı ve bereketi
"Bire oğlum..." der giderir ez cümle merakları
Onun elinde büyümüş babalar, günü gelir
Oğullarını verirler çek diye kulakları
Dedim ya Sallamböke'dir Avşar'ın bilicisi
O anlatır şeyatinin kurduğu tuzakları
Kim bilir kaç nesil geçti nasırlı ellerinden
Kaç tor tosun tımar etti yumrulu tarakları
Gülmez, ağlamaz, konuşmaz lazım değilse öyle
Yontar durur meşesinden biçimsiz budakları
Sallamböke hep orada, yakında bir yerdedir
Haftanın yedi gününe yedi renk kuşakları
Fakat yılda bir gün onu arasan bulamazsın
Kış ortası çattığında yol tutar ırakları
Kimse bilmez yalnız bir gün nerede, kiminledir
Nere taşır gövdesini yaylanan ayakları?
Takıldı zihnime kıymık gibi bu basit soru
Ala akşama bağladım kaç gece şafakları
Derken fark ettim ki her güz bir evden ağıt ağar
Bir kazaya kurban olur obanın uşakları
Kimini alıcı kuşlar alır havut üstünden
Kimini seline katar Sarız'ın ırmakları
"Bu işte bir iş var kesin..." dedim kendi kendime
Bir gün efkarla gezerken yamaçta bucakları
"İster misin köyümüzün kır mollası tırpanla
Biçer olsun bu zavallı göy yeşil başakları?"
Gitti o sevimli çehre dimağımdan, yerine
Bir heyula peyda oldu boynuzlu şakakları
Döndüm ki köy odasında kurulmuş baş köşeye
Elham okutur önüne çökmüş yumurcakları
"Olur mu ki? Bu üşütük ihtiyar ifrit olsun?"
Düşünürken bir oynaştı alnının çatlakları
Bir lahza göz göze geldik - bildim tekin değildir
Bir karanlık saklıyordu gözünün çapakları
Sabredip kışı bekledim huylandırmadım asla
Şüpheme sırdaşım edip pullanan kavakları
Nihayet peşine düştüm gün gelip ilk sabahtan
Kuş kademi arşınlarken ıpıssız sokakları
O gitti ben ardı sıra iz sürdüm tilki gibi
Sallana sallana aştık sırtları, çatakları
Geldik ki yaylaya ulu kayının gölgesine
Bir tuhaf sıraya dizdi altında çanakları
Birine siydi birine ağladı ve tükürdü
Kan boşalttı ötekine gözünden tırnakları
Açıldı kayın kovuğu öte alem kapısı
Uğursuz uğursuz düştü sararmış yaprakları
Kovukta onlarca çocuk! Mecalsiz iniltiler...
Kimi ölmüş ve çürümüş çoktandır yanakları
Kimi yaşıyor: Gözleri oyulmuş, burnu yenmiş
Bir arsız iştah ısırmış titreyen dudakları
Ellerim titrerken bir pus çöktü yaylaya birden
Gaybdan uzanan el gibi kayının saçakları
Kıvrıldı kıvrandı döndü birer suret kazandı
Kayın dallarından meşum kabusun hortlakları
Üşüştüler sabilerin etlerine keyifle
Uludular yeri dövdü hevesle toynakları
Doyan karıştı geldiği yosun kokulu sise
Köyümüzün ikbaliyle dopdolu kursakları
Sis kalkınca Sallamböke döndü ve bana baktı
Süzdü tepeden ayağa kısık göz kapakları
"Bire oğul" dedi sonra, sesi yılgın ve mahzun:
"Boş kalsa gerektir bazı ananın kucakları.
Ben de bilirim kefenle değişmek kolay değil
Süt kokulu bebekleri beleyen kundakları
Fakat yanlış bir tanrıya kulluk ediyor köylü
Doğru kurban kesilmezse yakındır helakları
Unuttular bu yaylanın gerçek sahiplerini
Irak çöller serabına adanır adakları
Kızdırdılar tanrıları yad dinine geçerek
Bir ben kaldım gütmeye bu baldırı çıplakları
Malımızdan üleşini vermeyince bunlara
Yavrularımız oluyor berzahta erzakları
Her yıl içim kan ağlayıp birini seçiyorum
Az azar doyurmak için bu Karakorşakları..."
...
Sallamböke kaç yıl oldu karıştı yere suya
Örttü üstüne uyudu kurumuş pıtrakları
Bir ben kaldım unutulan hakikatin bekçisi
Bir açıp bir kapatmaya uğursuz savakları
Allah'ın da unuttuğu köyler vardır uzakta
Geçmez orada bilindik emir ve yasakları
Siz siz olun kırağından geçiniz, görürseniz
Ters ayaklı bir şairi sularken zambakları...
M. Bahadırhan Dinçaslan