Ak Don
“Beni bir ölünün
üstünden çıkardılar. Burada satılacak adam bekliyorum, öbürü tıpkı benim gibi,
bugün bir ölünün üstünden çıkmadıysa yarın ikinci veya üçüncü sahibinden sonra
bir ölünün üstünden çıkacak. Düşün, düşün, biz insanlardan evvel eskidiğimiz halde
kaç insan eskitiyoruz? Bizim ıstırabımızı düşün! Biz vücutsuz kalan bir elbise
miyiz, yoksa elbisesiz kalmış bir ıstırabın vücudu mu?”
Necip Fazıl Kısakürek, “Eski Elbiselerin Hafızası”
Bölüm I: “Ete Kemiğe Büründüm”
“Oğul! Sakalım aktır, bildiğim
çoktur, belim eğikse de şükür, başım hep diktir. Ozanlardan ataları dinledim,
diz kırdım kamların huzurunda serinledim, nice gönle tanrı buyruğun ben
esinledim. Gördüm geçirdim, dondan dona girdim, yedi kat göğe ağdım, yağmur
oldum yere yağdım. Balalıkta atam Kayan dedi adıma, bu yaşıma eriştim ve yettim
muradıma, ak sütü ben bozdum kımız eyledim, sert yele ben sızdım yırlar
söyledim; sözümü dinle, kara yazgıyı önle.
Oğul! Bilmeze bildiren, yitmişi
bulduran, ata yol aldıran, balığı göle daldıran, yüklü kadının karnını dolduran,
çiçeği bitiren solduran, yatmışı kaldıran, ozana çaldıran buyruk verende,
bulutlarla gölgesin gökyüzüne serende, börü soylu kağanlar bozkırda hüküm
sürende, kamlar yürüdü bir zaman, beylere kalmayan acunda, acunun unutulup
gitmiş bir ucunda. Gözleri gök rengi, kopuzlarında göklerin ahengi, sözlerinde
Bay Ülgen’le Erlik Han’ın avaz avaz cengi, bilmezi uyardılar, dört diyarı
dolanıp, günbatımına vardılar. Ak dona büründüler, kuş olup uçtular da yılan
olup süründüler, kurt olup göründüler.
Oğul! Kamlar göklerle konuşur,
Bay Ülgen’e danışır, dondan dona Görklü Tanrı neye isterse dönüşür. Kamlar
Tanrı’ya kulak verir, Tanrı cümle yaratığı onlara ulak verir, sıfatına kam
denenin artık adı anılmaz, tanrıya dilmaçlık eder kamlar asla yanılmaz.
Düşmanları Erlik’tir ki bastığı yer bunludur, bin kere bin fikirli bin bir
oyunludur, gökten şüphe ettirmeye çaşıt salar Yek gönderir, gök kamların
ayağına bin çeşit köstek gönderir.
Oğul! Çağı çatanda Bay Ülgen, ak
donuna sarındı, Han Tengri’nin pınarlarında yıkanıp arındı, Erlik Han’a karşı
geldi, kılıç vurup kalkan çeldi, Erlik kara donludur, türlü türlü oyunludur,
bir o çaldı bir bu vurdu, iki tanrı birbirine yaman lanet savurdu. Tanrı
tanrıya baskın gelse, gök çöker yer yarılır, biri basıp meydan alsa, ya yer ya
gök darılır. Gök Tanrı buyruğun verdi, ikisini de yere serdi, donlarından azad
edip katına aldı kayırmadı, bu ak bu kara demedi, ikisini ayırmadı. Altayların
uzağında, bir ormanın kırağında, tanrıların vuruştuğu ata kamların çağında, iki
don kaldı geriye, biri karlardan beyaz, biri geceden siyah, birinde tanrının
kutu, birinde günah.
Oğul! Bana Kayan derler, kam
sözünü yayan derler, ozanların ulusuyum, bin bir boşun dolusuyum, sözümü dinle,
kara yazgıyı önle. Bu kamların dileğidir, elim gök kamların eli, bileğim tanrı
bileğidir, kaç bin yıllık uykumdan uyandırıldım, bu gece kapına dayandırıldım.
Erlik Han’ın kara donu çalındı, Bay Ülgen’in akça donu bulundu. Ben kamların
bakşısıyım, emanetin bekçisiyim; sen oğlumun oğlusun, benim kutlu görevime
damarından bağlısın. Emanete hıyanet olmaz, hainde din diyanet olmaz, ak donun
giyilme çağı erdi, görklü tanrı bu muştuyu benim neslime verdi, dilerim Yek
usunu bulandırmasın, kanını sulandırmasın. Akça oğul, gökçe oğul, seni Erlik
kandırmasın, kutlu olsun vazifen Gök Tanrı utandırmasın!”
Batıralp kan ter içinde uyandı.
Pek rüya görmezdi, mezarlığa nazır çay bahçesinde sarıklı mezar taşlarını bir
süre seyre dalıp, griden ve yağmurdan tiksinmiş bir halde evine döndüğünde
yastığa kafasını koyuşuyla kendini içinde bulduğu bol kavgalı rüyalar hariç.
Rüya görüyorsa, sadece bu rüyaları görüyor olmalıydı, hatta belki aynı rüyayı
tekrar tekrar görüyordu: Çirkin adamlar, hatları belirsiz, karanlıkta acemi
fırça darbeleriyle şekillendirilmiş gibi her an beliren ve her an karanlığa
karışan gövdeler, boşa giden yumruklar ve her defasında kaçan adamların
arkasından bakış; ve uyandığında dahi sıktığı dişlerinde elektrik gibi
titrediğini hissettiği öfke. Yüzlerini görememek, boğazlarını sıkamamak,
çenelerini dağıtamamak; gözlerine bakamamak öfkeyle, ama çirkin olduklarına
–tuhaftır ki- emin olmak. Hele uyanmak; iki kere öfkeli oluyordu uyandığında,
neden olduğunu, nereden geldiğini anlayamadığı rüyasındaki sebepsiz öfke ve bir
şekilde boğazlamak istediğine emin olduğu çirkin adamların sırrını
anlayamayışından doğan hırs.
Yine de, bütün günleri bu
rüyaların etkisinde geçmiyordu; pek sık olmazdı çirkin adamların gece
ziyaretleri. Olduğunda birkaç gün etkisinden çıkamazdı, o kadar. Ardından
herkes gibi yaşamaya devam ederdi, lüzumundan fazla gülmeden, lüzumundan fazla
somurtmadan. Hiç kimsenin sıradan olmadığı ve herkesin sıradan olduğu dünyada
hiç kimse onun kadar sıra dışı değildi ve o herkes kadar sıradandı. Ve
Batıralp, kan ter içinde uyandığı o sabaha dek herkes kadar sıradan olmanın rahatlığıyla
yaşayıp gitmişti işte, sıra dışı rüyalarıyla hafiften gurur duyarak.
Ancak işte kan ter içinde
uyanmıştı Batıralp, öfkeden dişleri kenetlenmiş, yumruğu sıkılmaktan parmak
boğumları beyazlamış asabi bir uyku mahmuru gibi değil. Karanlıktan korktuğu yaşlarda
hissettiklerini hissediyordu şimdi, sanki onu kovalayan ilk köpek yine
peşindeydi ve o yine beş yaşındaydı. Rüyasına tuhaf kafiyelerle konuşan bir
ihtiyarın girmesinin bekleneceği bir adam varsa dahi, o Batıralp değildi ve
zangır zangır titriyordu; korkuyordu, çirkin adamların yüzünü göremeyişinin
doğurduğu öfkeye inat, şimdi ne olduğunu anlamıyor ve bu kez öfkelenmiyor,
siniyor, küçülüyordu.
Bir sigara yaktı. On dört
yaşından beri her gün, uyandığında ilk işi sigara yakmaktı; bu defa uykudan
yeni uyanmışlıktan acemi ellerle değil, ürkek ve titreyen ellerle aramıştı
paketi komodinin üstünde. Dumanı içine çekti, bir an tavana dikti gözlerini.
“Altı üstü bir rüya, abartmaya gerek yok” dedi, kalp atışları yavaşlıyordu,
titremesi geçiyordu. Bir nefes daha çekip tablaya bıraktı izmariti, ve yavaşça
doğruldu yataktan, gözlerini ovuşturdu. Ve kafasını kaldırdığında, dolabının
üzerine asılmış bir beyaz kaftan gördü.
(Devamı, meçhul bir tarihte gelecek.)
M. Bahadırhan Dinçaslan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder