29 Ekim 2010 Cuma

Tu vas me détruire- Türkçe Yorumlama


I.

Bu tutku okyanusu
-İçine gömüldüğüm-
Aşındıran dalgalar
Gönlümü yıkayan su...
Bir zamanlar güldüğüm
İmkansız gelir şimdi!
Hani o damar damar
İçimde gezen kimdi...?


Takıntım ve günahım!
Ey işkenceci arzu;
Kurtuluş vaslındadır,
Gel de gelsin sabahım...
Ey gecemin kabusu,
Dans et son bir kez olsun
Ömür son faslındadır:
Lutf et cân huzur bulsun...


Gözlerin ki baktığı
Yere bahar getirir...
Ah! İzi hâlâ taze
İçimde bıraktığı...
Ayım ol gökte belir
Cehennem ol gireyim,
Hüsnünde saklı gize
Tutuşarak ereyim...



II.(Nakarat)



Sen beni yok edeceksin
Ve hiç atamayacaksın
Lanetimi üzerinden
Sevgilim, bana yasaksın!
Sonu belliydi bu işin
Tâ ilk geceden, ilk günden:
Beni, sen yok edeceksin!

Muhammed Bahadırhan Dinçaslan


"

Tu vas me détruire
Et je vais te maudire
Jusqu'à la fin de ma vie
Tu vas me détruire
J'aurai pu le prédire
Dès le premier jour
Dès la première nuit
Tu vas me détruire"

Mingitav

Tam metin ve Türkiye Türkçesine aktarılmış hali: tıklayın.

22 Ekim 2010 Cuma

HUJ HUJ! HAJRA!

“HUJ HUJ! HAJRA!”(*)

Czintula Gyula sigarasını hızlı hızlı çekiyordu. Yıpranmış tulumu, kalitesiz ayakkabıları ve deforme olmuş gömleğinin renksizliğine inat buz mavisi gözleri kutup ışıkları gibi parlaktı. Yapacağı eylemi düşünürken, mazisi geldi hatrına, hafızasını şöyle bir yokladı…

Komunistler ne yapmıştı Macaristan’a böyle. Herkes işçiydi, ülkesi dev bir makine, bir fabrikaydı, emirler tuşa basan teknisyen mizaçlı “üst yapı” üyelerinden geliyor ve Macaristan “üretiyordu”. Evet, komunistler herkese ekmek veriyordu, kimse açlıktan ya da sağlık güvencesi olmadığından ölmüyordu. Ama, dilediğince hayallerinin peşinde koşamayan vatan evlatları yaşamış sayılır mıydı?

Üç sene öncesini düşündü… Artık bir çırak olduğu söylenmişti ona, herkesin önemsiz birer işçi olduğu bir dünyada o, önemsizlerin en önemsiziydi. Gyula belki şair olacaktı, belki ressam, bir şeyler yaratıp sunacaktı ulusuna, kim bilir? Ama o, zevkten yoksun “partici”lerin onayladığı tasarımları iplik iplik dokumak, tel tel örmek, parça parça dizmek zorunda olan bir robottu. Atolye ona yeterdi, Marx ve Lenin her şeyi düşünmüştü onun yerine. Parti “en güzel”i bulmuştu. Ulusu adına ütopyalar peşinde koşması gereksiz ve burjuva özentiliğiydi. Eğitimse, gençler iyi birer işçi ya da komunist olarak eğitilse yeterdi, içinde komunizm olmayan –mesela- şiirler yazmak gereksizdi.

“Hayır” dedi o gün Gyula. Imre Nagy diye bir adamdan bahsetmişlerdi ona, komunistlerin bağrından çıkmış ama isyan bayrağı açmıştı. Ona katılacaktı. Kendisine dayatılanı reddedecekti, tekstil fabrikasında ipliklerle boğuşmayı öğrenmek istemiyordu o. Gyula; en iyi nasıl ölünür, onu öğrenecekti.



Czintula Gyula, Türkiye’de Nihâl Atsız adlı bir şairin onun destanını yazacağından habersizdi. Yine de, dedesinin “bıçka”sını aldı ve onunla yürüdü tanklara karşı. Komunistlerin yarattığı öğretmenlerin asla öğretemeyeceği bir şey öğrendi Gyula. “Huj, huj, hajra!” son sözleri oldu. Sınavını çok iyi vermişti. Öldüğünde 17 yaşındaydı.

Muhammed Bahadırhan Dinçaslan


*Üniversitede bir ödev verilişi üzerine, "öğrenci, sınıf, ödev, ders, okul" kelimelerini kullanmadan, "hafıza, tasarım, atolye, ekmek ve iplik" kelimelerini kullanarak yazılma zorunluluğu ve bir sayfayı geçmeme şartıyla yazılmış bir hikaye.

Genel konu:Öğrenci Olmak

Benim seçtiğim konu:1956 Macaristan'ında öğrenci olmak.

18 Ekim 2010 Pazartesi

"Ruh Adam"ın Masalı

Kamlançu ülkesine bahar gelip de kuşlar ötüşmeye başlayınca, ağaçlarda ve yerlerde çiçekler açınca Yüzbaşı Burkay yine o büyük çam ağacının yanına geldi. Parlak bakışlı, ay yüzlü kızı orada gördü. Yüreğine od düştü. Yer yüzü gözüne karanlık oldu. Ona yaklaşıp şöyle dedi: ‘Yüzün aya benziyor. Kaşın yaya benziyor. Gözlerin yeşil alası. Saçların arslan yelesi. Yürüyüşün turna gibi. Salınışın suna gibi. Hangi yerden, kaynaktansın? Hangi boydan, oymaktansın?

Parlak bakışlı, ay yüzlü kız bir şey söylemedi. Yalnız gözlerini kaldırarak Burkay’a baktı. Bu bakışla onun kanını kaynattı. Yüreğini oynattı. İçine od düştü. Yer yüzü gözüne karanlık oldu. Kıza şöyle dedi: ‘Bakışların ışık mı? Saçların sarmaşık mı? Yıldız mısın, güneş mi? Alev misin, ateş mi? Neden sessiz bakıyorsun? Beni niçin yakıyorsun? Çiçek gibi her bir yanın. Söyle, nedir senin adın, sanın?

Parlak bakışlı, ay yüzlü kız bir şey söylemedi. Gülümseyerek Burkay’a baktı. Bu bakışla onun aklını başından aldı. Yüreğini derde saldı. İçine od düştü. Yer yüzü gözüne karanlık oldu. Kıza şöyle dedi: ‘Beni niçin üzüyorsun? Gözlerini süzüyorsun. Kirpiklerin paralıyor. Bakışların yaralıyor. Rengin sanki çiçekten. Bilmem hangi çiçekten? İster darıl, ister kız. Tek adını söyle kız!

Parlak bakışlı, ay yüzlü kız gözlerini Burkay’ın gözlerine dikti. Kayalardan dökülen suların, kırlarda esen rüzgarın, ormanda öten kuşların sesinden daha güzel sesiyle şöyle dedi: ‘Beşbalık’ta doğdumsa da Karluk kızıyım. Nice erin yüreğinde saklı sızıyım. Yüreğine od düştüyse zorlayıp söndür. Bilen bilir; adım,sanım: Açığma-Kün’dür. Ölmemeyi istiyorsan yaklaşma bana. Belam çoktur, görünmeden dokunur sana…

Burkay’ın yüreğine od düştü. Yer yüzü gözüne karanlık oldu. İyi yürekli kişi idi. Tanrı’ya ve insanlara karşı suç işlememişti. Tapıncağa gidip Tanrı’ya yalvardı. ‘Tanrım! Yüreğimdeki odu söndür’ dedi.

Kırk gün büyük çam ağacının yanına gitti. Her gidişte Açığma-Kün’ü orada gördü. Her gidişte içindeki ateş yalazlandı. Her dönüşte tapıncakta Tanrı’ya yalvardı. Her yalvarıştan sonra bir daha çam ağacının yanına gitmemeye karar verdi. Fakat güneşin her yeni doğuşunda kızın hasretine dayanamadı. Verdiği kararı unutup çam ağacının yanına geldi. Kızın yeşil ala gözleriyle büyülenip kendinden geçti.

Kırk birinci gün çam ağacının yanına gelince kızı bulamadı. Gözleri bulandı. Yüreği yandı. İçi sıkıntıyla doldu. Gün batıncaya kadar bekledi. Açığma-Kün gelmeyince onu çam ağacına sordu. Ağaç ah edip ağladı. ‘Onu ben de bekliyorum. Artık gelip bana yaslanmayacak’ dedi.. Yaprakları dökülüp kurudu. Uçan bir akdoğan ah edip ağladı. ‘Onu ben de bekliyorum. Artık gelip beni koluna almayacak’ dedi. Kanatları çırpmaz olup otlara düştü, öldü. Yeşil otlara sordu. Otlar ah edip ağladılar. ‘Onu biz de bekliyoruz. Artık gelip bizi çiğnemeyecek’’ dediler. Yanıp duman oldular.

Burkay bezginleşip yerine ,yurduna döndü. Açığma-Kün’den başka bir şey düşünmez oldu. Tapıncağa gidip yalvardı, olmadı. Ekşi kımız içip esridi, kar etmedi. Tatlı şarap içip kendinden geçti, fayda vermedi. Kağan savaş açınca o da katıldı. Ölmek için atına zırhsız bindi. Oklar sağından solundan uçtu; biri değmedi. Kalkansız, tulgasız vuruştu. Kılıçlar sağından,solundan geçti; biri vurmadı.

Yine yurduna döndü. Açığma-Kün’den başka bir şey düşünmez oldu. Benzi sarardı. Hasta olup yatağa düştü. Burkay’ın iyi yürekli bir evdeşi vardı. Erkeği iyi olsun diye okuyucular, bakıcılar, kamlar, bakşılar getirtti. Hiçbir ilaç, dua, hiçbir büyü fayda vermedi.. Günden güne eridi, soldu, bitti. Ölecek hale geldi. Bir gece Açığma-Kün’ün adını sayıklayınca kadın işi anladı. Bütün Kamlançu’ya adamlar çıkarttı. Kırk gün aradılar, taradılar. Açığma-Kün bulunmadı. Bir gün ihtiyar, çirkin bir büyücü kadın geldi. ’Bunun derdine ancak Kilimbi çare bulabilir. O, şeytanların akıllısıdır’ dedi. Burkay’ı şeytan Kilimbi’ye götürdü. Burkay ona yüreğini açtı. Sevdiği kızı anlattı. ’Bana onu verirsen senin ordunda çeri olurum’ dedi. Kilimbi başını salladı. ‘Yüreğin büyük derde girmiş. Kurtulmak zor. Buna çareyi bulsa bulsa Şeytanlar Başı Madar bulur’ dedi. Burkay’ın içi yandı. Gözü dumanlandı. ’Hiçbir çare yok mu’ diye sordu. Madar, başını salladı. Ellerini açtı. ’Var’ dedi. ’Eğer evdeşini götürüp Ejderler Kağanı Naranta’ya kurban adarsan Açığma-Kün’ü kaybettiğin yerde bulursun.
Burkay hiçbir şey düşünmeden kabul etti. Gözünü sevda bürümüş, kanına çılgınlık yürümüştü. Evdeşini Naranta’ya adak verdi. Naranta, onu öldürüp yedi. Kadın ölürken ellerini göğe kaldırıp beddua etti: ‘Burkay! İyiliğe kemlik ettin. Tanrı seni bedbaht etsin. Kıyamete kadar, dünyaya her gelişinde ruhun ıztırap içinde çalkalansın’’ dedi.

Tanrı bu dileği kabul etti.

Burkay, şeytan Madar’ın dediklerini yaptıktan sonra çam ağacının olduğu yere gitti. Kız gitti diye yaprakları dökülüp kuruyan çam yine yeşermişti. Açığma-Kün onun gövdesine yaslanarak duruyordu. Burkay yaklaşıp şöyle dedi: ’’Nerede kaldın ay bakışlı? Neden gittin inci dişli? Senin için hasta düştüm. Eller gezip dağlar aştım. Artık bana varmaz mısın? Derdime em vermez misin? Gel,benim ol çiçek yüzlüm! İpek saçlım, ışık gözlüm!’’

Açığma-Kün bir şey demedi. Büyülü gözlerle Burkay’a bakarak gülümsedi. Burkay’ın aklı başından gitti. Az kaldı kımız gibi eriyip akacaktı. Kıza yaklaşarak sıkı sıkı tuttu. Çiçek kokan yüzünü öptü. Onu evine getirip eş edindi. Fakat bununla derdi bitmedi. Açığma-Kün’ü her gün biraz daha çok sevdi. Öpmekle doyamadı. Sevmekle kanmadı. Uçan kuştan kıskandı. Esintiden yüksündü. ’’Sen insan değilsin. Peri Kan Katun’sun’’ dedi. Sevgisi durulmadı. Arzusu kırılmadı. Öpmekle kanmaz oldu. Sevgisi dinmez oldu.

"Sen Peri Kan Katun değilsin. Tanrı Katun’sun" dedi.

Bir gün ihtiyar, çirkin büyücü kadın yine geldi. ‘’Bunun derdine ancak Madar çare bulabilir’’ dedi. Birlikte Madar’a gittiler. Madar güldü. ‘’Sen Nızvanı cehennemine düşmüşsün. Eğer o da sana bir defa seni seviyorum derse bundan kurtulursun’’ dedi.
Burkay yurduna döndü. Açığma-Kün’e ‘’Beni seviyor musun?’’ diye sordu. Kadın, saçlarıyla onu sararak ne soracağını unutturdu. Bir ay geçti. Burkay ‘’Beni seviyor musun?’’ diye yine sordu. Kadın onu öperek ne soracağını unutturdu.

Böyle aylar geçti. Yıllar geçti. Burkay sevgiden çılgına döndü. Iztırap ıztırap üstüne, keder keder üstüne çekti. Hekimler geldi, ilaç bulamadı. Bakşılar geldi, çare edemedi. ‘’Seni ancak ölüm kurtarır. Açığma-Kün, Tanrı’nın cezasıdır’’ dediler. Burkay büyük ıztıraplar içinde öldü. Ölürken yine ‘’Beni seviyor musun?’’ diye sordu. Kadın onu saçlarıyla sardı, kollarıyla sıktı, öptü. Fakat bir şey demedi .Burkay’ın öldüğünü görünce gözleri yaşardı. İnci gibi yaşlar aktı. ‘’Iztırap çekiyorum’’ diye inledi. Fakat ‘’Ben de seni seviyorum’’ demedi.

Burkay ölmekle ıztıraptan kurtulmuş olmadı. Her yıl bahar olup çiçekler açtıkça, Açığma-Kün’ü görüp sevdiği çam ağacının yanında ruhu dolaşıyor. ‘’Iztırap çekiyorum. Sen de beni seviyor musun’’ diye inliyor. O günden bu güne kadar bin yıl geçtiği halde Burkay her bahar orada ağlıyor. Yanında duran Açığma-Kün ‘’Sus sus, ben de ıztırap çekiyorum’’ diye yanıp yakılıyor. Fakat ‘’Ben de seni seviyorum’’ demiyor ve yıllar böylece akıp geçiyor.

Hüseyin Nihal ATSIZ

"Ruh Adam"dan!

Mutlak Seveceksin


Kalbin benim olsun diyorum, çünkü mukadder…
Cismin sana yetmez mi? Çabuk kalbini sök, ver!
Yoktur öte âlemde de kurtulmaya bir yer!
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın….

Ram ol bana, ruhun yeni bir âleme girsin…
Yazmış kaderin: Aşkıma ömrünce esirsin!
Aklınla, şuurunla, hayâlinle bilirsin.
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın..

Sevda gibi bir gizli emel ruhuna sinmiş;
Bir haz ki hayalden bile üstün ve derinmiş.
Gökten gelerek gönlüne rüzgar gibi inmiş,
Bir sır ki bu, ölsen bile asla açamazsın…

Anlatması imkansız olan öyle bir an ki,
Hülyadaki ses varlığının gayesi sanki…
Bak emrediyor: Daldığın alemden uyan ki,
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın…

(H. Nihal ATSIZ)

Faruk Nafiz'e Borç Ödemek

Beşikten Mezara Kadar

Seni istakbal için önce gelmek cihana,
Ve başkasından almak sonra geliş müjdeni.
Bir nefes dinlemeden yıllarca koşmak sana,
Aramak her tarafta... Bulmamak asla seni.

Suda, rüzgarda, kuşta senin sedanı duyup
Seni beyaz çiçekli dallar içinde sanmak.
Vuslatın rüyasını görmek üzre uyuyup
Hasretin azabına ermek için uyanmak.

Başka bir şekle koymak her gün güzel yüzünü,
Boyamak gözlerini bir siyah,bir maviye.
Tek seni hayâl için süzerek batan günü,
Gece mehtaba dalmak,sen de dalmışsın diye.

Seni anlatmak üzre yazıp her gün bir gazel
Geçirmek ömrü yalnız sana dair eserle.
Saçlarını çözerek hûlya dizinde, tel tel,
Bugün güllerle örmek, yarın menekşelerle...

Tesadüf ümidinin bittiği müthiş anda
Dudağa kanla çizmek yeniden tebessümü:
Seni istikbal için artık öbür cihanda,
Dosta el sallar gibi,davet etmek ölümü.
.

Faruk Nafiz Çamlıbel

ve "artist" demiş ki F.N.Ç. hakkında:

"Bir lübbüdür cihanda elezz-i lezaizin
Her mısra-i güzidesi Faruk Nafiz'in..."

Yahya Kemal Beyatlı

17 Ekim 2010 Pazar

Parklar I




Parklar: 'U'nun Melankolisi

Kimsesiz şairler parklarda ölür
Bir yankı ararken orman sesinden,
Ağaçların zehirli nefesinden;
Sızan ağu kalplerine gömülür,
Kimsesiz şairler parklarda ölür...

Adımlar takipte vakur ve ağır...
İlham denen o perinin ardından,
Daha latif, şaraptan ve kadından;
Son mısra... Havada asılı kalır,
Adımlar takipte...Vakur ve ağır...

Akıbeti meçhul bir yazgıdır bu,
Bir cenin rahimde anneyi arar,
Yıkılır; çatırtı semayı sarar
Aşklarına engel olan her tabu,
Akıbeti meçhul bir yazgıdır bu...

Karanlık çökende meşum haydutlar,
Parklara doluşur bozulur sükun,
Kahkahalar atar binlerce melun!
Şairleri alan ölümü kutlar,
Karanlık çökende meşum haydutlar...

O parklar ki,kadim birer yadigar,
Şairlerin ölmediği günlerden,
Kurtların hür ve aç gezdiği yerden,
Bize son hatıra, bir anıt mezar...
O parklar ki... Kadim birer yadigar...

Anneler! Bu akşam çocuğunuzu,
Alın da gezdirin biraz parklarda
Üstünde can verdiğimiz banklarda;
Oturtup, düşünün biraz sonsuzu,
Anneler, bu akşam çocuğunuzu...

Biz de bir zamanlar böyle çocuktuk,
Büyüdük vaktinden epeyce erken,
Rüştümüzü ispat ettik ölürken...
Biz de karanlıktan delice korktuk,
Biz de bir zamanlar böyle çocuktuk...

Dünya bu, döndükçe böyle çocuklar,
Ölecekler belki bizden de evvel,
Ve muğlak muallak muhal muhtemel,
'Belirsiz' bir sır saklayacak parklar...
Dünya bu... Döndükçe böyle,çocuklar!

Muhammed Bahadırhan Dinçaslan



2008

5 Ekim 2010 Salı

Gelir...

"Ol bûtün hanemi teşrifini gûş etmiş meğer/Şevk-i şurideyi gördüm gelir amma, ne gelir!"

Nedim


Gelir

Gelir ol dilber vasl-ı yar ile mestan gelir
Geldikte eder def-i matem-i hicran gelir

Bir nev-hilkattir ol bûtün teşrifi şehrimize,
Adım attıkta şehr-i mevte özge can gelir

Şulesi sarar şehr-i Sitanbul'u demadem
Gûya bahr-i Aden'den dürr-ü hüsn-feşan gelir

Rah-ı aşk-ı maşuk'ul alemin çetindir kim
Civan giden pir olur ahir bî-tuvan gelir

Kınaman gördüğüm ol bûte şi'rimi layık
Kavl-i ezel kuzguna yavrusu şahan gelir

Zahid billah sen dahi mest u şeyda olursun
Kuy-u yarda öyle bir mehabetli an gelir

Ol tîğ-zeban naz ile "gideceğim..." der, kalbim
Durayazar şöyle kim hançereye can gelir

Acep midir kul olmuş dîl-i zarım ol şaha
Hakkıdır saltanat kim soyu Turan'dan gelir!

*Ek: Şair sühan arz etmez teveccüh için amma
Dil şad olur ol dem ki taltif yârândan gelir.

M. Bahadırhan Dinçaslan

Not: Siyah Beyaz Kültür Sanat Platformu Ocak 2011 sayısında yayınlanmıştır.