"Bu dağlarda maral gezer..."
I.
Dağlardan gök börülerim gökçe göğe ağanda
Kurt kalmamış dağlarıma yağmur munis yağanda
Ve salanda davarını zağarsız düze çoban*
Dertsiz çıkanda geceden sakin gündüze çoban
Köylülere felah geldi derler, muradı oldu:
En çakırca börülerin alev nazarı soldu.
"Tehlikesiz şimdi dağlar gezelim dolaşalım
Zirveleri mülk edinip keyifle paylaşalım
O dağ senin, bu dağ benim, bizim gayrı buralar
Kız kızan keyiflerince gelip çadır kuralar
Börüleri biz kaçırdık, hakkımızdır bu neşe
Şimdi kaldırsak yeridir kadehleri güneşe
Ve kutlasak adam yiyen kurtların yitişini
Silsek gerek aklımızdan canavarın dişini
Ne bir pençe kuzumuzu elimizden almaya
Ne bir ağız kursaklardan rızkımızı çalmaya
Minnet eder bize kuşlar, boz tavşanlar, marallar
Börülerin ettiğini etmez bize çakallar!"
II.
Börülerin akbilgesi kocamış bir beyaz kurt
Dışından: Bir çolak pençe ve bir çift çökmüş avurt
İçinden: Yalaz yalaz bir öfkenin alevleri
Sanki ölü her parçası, yalnız gözleri diri
Döndü vakarla yanına toplanmış sürüsüne:
"Leş yemek hiç yakışır mı göklerin börüsüne?
Bu dağların adamları nefes alsa da ölü
Hepsinin ruhu tamunun en dibine gömülü
Biz ki payımızı aldık Tanrı'nın üleşinden
Koştuysak; yalnız en gökçe maralların peşinden
Biz onların kaderiydik onlar bize layıktı
Ama adamlar onları tuttu kafese tıktı
Dilendik bizi sureti üzre kılan Tanrı'dan
Öcümüzü, ve bürüdü o dem gözümüzü kan
Maralların hakkı için adam yedik, can aldık
En körpecik kuzuları hışımla yere çaldık
Evlatlarım, yazık artık değmiyor buna bile
Şeref yoksunu insanlar... Mücadele nafile
Maralların kafeslere tıkıldığı dünyada
Lüzum yok ak zirvelerde özgür dolaşan kurda
Anlamayacaklar bizi, korkacaklar, soracak
İnsan yavruları: 'anne, neden açtığın kucak
Böyle merhametli bana, ama kurtlar pek yavuz?
Neden hepimiz sinerek kurtlardan korkuyoruz?'
Cevap verecek anneler: 'Kurtlar kıskandı bizi
Ellerinden gelse yakıp yıkarlar evimizi
Bahçede maral kafeste kuşumuz var, mutluyuz
Çiçeklerimiz nizami, yarından umutluyuz
Kurtlar dağlarda pek çetin kışlarla boğuşmaktan
Haset duymuş bu huzura, bu yüzdendir hepsi kan
Kokusundan hoşlanırlar, rengine bayılırlar
Sabret oğlum! Gün gelecek bizim olacak kırlar!'
Evlatlarım, bu olacak, yenileceğiz, bari
Hakkını verelim acun yaratılandan beri
Leke sürdürmediğimiz börülük şerefine
İlk gelen bizdik giden de ilk biz olalım yine
Yenilmedik, biz tiksindik, cehde gerek yok artık
Bu dağların adamına ancak çakallar layık!"
III.
O dağ senin, bu yar benim, pek şen gezerdi maral
O en latif manzarayı süsle bezerdi maral
Ne bir kement boğazında, ne pâyinde bukağı
En zarifinden bir hızla yakın edip uzağı
Pınarlardan su içerdi koyaklarda yatardı
Bir gece dört tarafını çirkin adamlar sardı
Maralı tutsak ettiler bir bahçeye koydular
O gamdan boynu büküktü, aldırmayıp, doydular
Seyrine hoş endamının, letafetinin; sonra
Unuttular maralı tutsalıklığında, sıra
Çünkü gelmişti pek mühim meselelere şimdi
Her gün bambaşka bir zevkten kam almak: bu mühimdi
Ve ay maral, gökçe maral bir zaman yalnız kaldı
Ve bir gün gözünü açtı, gördü: bu bir çakaldı
Gelmişti sinsice bahçe duvarının yanına
Ki kıysın gökçe maralın o kıymetsiz canına
Maral düşündü: "Ben ki bu dağların maralıyım
Çakala mı düşer payım, meğer ki yaralıyım?
Ancak bir kurdun düşüdür benim tadıma bakmak
Dirilmek vaktidir şimdi" dedi, ve çakmak çakmak
Gözleriyle bir sıçradı aştı bahçe çitini
Bir bakışıyla yıldırıp köyün bekçi itini
Hışımla azmetti yeşil bildiği o dağlara
Ve gördüğüyle dağlandı bir kez daha o yara:
Kurtlar gitmişti, dağların yeni sahibi insan
Bırakmıştı pisliğinden dağlara da bir nişan:
Yığılmıştı göğe doğru üstü üstüne taşlar
Her yer ev olmuştu artık, çoktan ölmüştü kuşlar
Pek kıymetli bir icattı insanoğluna "şehir"
İnsanlığın ilacıydı, gökçe marala zehir...
IV.
Bir sabah gazeteleri karıştırırken, gördüm
Boğazımda bir hıçkırık ve dilim düğüm düğüm
Başlık: "Şehirde bir maral" ve fotoğraf: "bulundu
Taş gibi katı, buz gibi ölü. Haberi sundu
Bu sabah da size mutad üzere gazeteniz
Kar yağışı bekleniyor. Lütfen dikkat ediniz"
Maralım! Maral, ay maral böyle mi ölecektin?
Sen ki düşlerimde açan en nadide çiçektin!
Ve düşündüm: umrum değil güvendeyse sürüler
Koşmuyorsa marallarla dağlarımda börüler...
Edemeyeceğim artık ölmek arzumu tehir:
Gidiyorum ey insanlar! Sizin olsun bu şehir!
M. Bahadırhan Dinçaslan
*Zağarsız davar salan çoban: Faruk Nafiz'in bir şiirine gönderme. Ölen bir kurdu anlatan Faruk Nafiz, der ki;
"At, çoban, postunu omuzlarına,
Koy artık meydana bütün varını:
Ya çıkar, ya çıkmaz o kurt yârına,
Yaylaya zağarsız sal davarını."
Bir maralın ve atalar efsanelerinde dinlediğim börülerin ilhamıyla,
2012
11 Aralık 2012 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder